İran sinemasının
dünyaca tanınmış yönetmenlerinden Abbas Kiarostami’nin yönetmenliğini
yaptığı filmin başrolünü Fransız
oyuncular Juliette Binoche ve William
Shimell paylaşmaktadır. 2010 yılında seyircisiyle buluşan film dram türündedir.
“Aslı
Gibidir” in konusuna gelince ince
nüktelerle birçok konuya dokunmuş Kiarostami. İki kişi arasında geçen uzun
diyaloglarla yaşamı, farklı bakış açılarını, kadın erkek ilişkilerini irdeleyen
Kiarostami’nin çıkış noktası ise orijinal ve kopya kavramlarıydı. “Orijinali
bırakın, iyi bir kopyasını alın” diyordu filmde. Ve kopyanın orijinalin
değerini ortaya çıkaracağını söylüyordu.
Olay örgüsüne gelince
film Toskana’da geçiyor. İngiliz yazar olan James Miller “Aslı Gibidir” isimli
kitabı hakkında bir konferans vermektedir. Konferansı izlemek üzere salona
giren Julien yanında gelen oğlunun ısrarları yüzünden salondan çıkmak zorunda
kalır. Julien yanında oturan kişiden yazdığı notu yazara ulaştırmasını ister.
Konferans sonunda Julien’in antika dükkanına gelen yazarla Julien arasında
orijinal ve kopya hakkında bir sohbet başlar. Sohbete açık havada devam etmeye
karar verirler. Julien’in arabasına binen ikili bir yandan hararetli
sohbetlerine devam ederken diğer yandan da Julien’in seçtiği sürpriz mekâna doğru
yol alırlar. Küçük otellerin bulunduğu, tarihi bir mekâna gelirler. Mekan son
derece hareketli, kalabalıktır. Evlenmek için gelen çiftler de oldukça fazladır.
Kahve içmek üzere bir kafeye otururlar. Kısa bir süre sonra James telefonla
konuşmak için dışarı çıkar. Kafede çalışan yaşlıca bir bayan Julien’e kocanız
iyi bir eş der. Bunun üzerine kadın ve Julien arasında ilginç bir konuşma
geçer. Julien yazarı kasdederek sürekli işini düşünen ve başka hiçbir şeye
zaman ayırmayan bir koca olduğundan yakınır. James kafeye geri döndüğünde her
şey değişmiştir. James ve Julien birden
15 yılı devirmiş bir çift oluvermişlerdir. Bu sahneden sonra ikili arasında
benzerine zor rastlanacak bir konuşma başlar. Karşımızda birbirini yıllardır
tanıyan evli ve çocuklu bir çift vardır. Birbirlerini suçlayan hayata bambaşka
bakan bir çift. Kadının tek isteği ilgidir. Kocası tarafından fark edilmek,
ilgilenilmektir. Kocası ise hayata bambaşka bakan her şeyin değiştiğini ama
bunun kötü bir şey olmadığını düşünen kadına göre bencil, sorumsuz ama kendine
göre olması gerekeni yapan bir kişiliktir. Kafeden kalkan çift bulundukları mekânı
gezmeye devam ederken aralarındaki sohbet bir hesaplaşmaya döner ve hiç de
umulmadık bir yerde ve umulmadık bir şekilde sonlanır.
Bir
filmi izlediğimizde iyi kötü bir fikir mutlaka oluşur kafamızda. En azından
filmin sonunda ayrılan vaktin değip değmediği bir iki cümleyle vurgulanır. Bu
filmi izledikten sonra aklımda sadece bir soru belirdi. Evli olup olmadıklarını
düşündüm başroldeki ikilinin. Sonunda ise filmin çıkış noktasında buldum cevabı.
Kopyası aslını aratmayacak kadar iyiydi. Filmde o kadar ilginç noktalara
öylesine incelikli bir yaklaşım var ki ve öyle örneklemelerle farklı farklı
konular iç içe anlatılmış ki sadece küçük bir kısmına değinebildim. Filmin
sonunu da özellikle anlatmadım. Filmin sonunu öğrenince hevesi kaçanlardan
değilim ama yine de bu filmi herkes izlesin, kimsenin hevesi kaçmasın diye
oldukça özet geçtim bile diyebiliriz.
Kiarostami filmi’nin
karakteristik özelliklerini taşıyan filmde yakın uzun planlar, uzun araba içi
diyalogları ve manzara görüntüleri ile
sabit kamera kullanımı söz konusuydu. Müzik kullanımı ise yok denecek kadar azdı.
Müziğin, filmin ruhunu yansıtmakta çok önemli olduğuna inanmamdan bu konuda
filmin eksik olduğunu düşünsem de filmin işlenişi ve konunun irdelenişindeki
farklılık izlediğime değdi dedirtti bana. Juliette Binoche’un oyunculuğu ise
her zamanki gibi mükemmeldi. İzlemeye değecek bir neden daha…
Filmin insanın ufkunu
açan ve düşündüren yanını ayrıca sevdim. Özellikle İran sineması filmlerini
sevenlere şiddetle tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder