25 Şubat 2012 Cumartesi

UÇURTMA AVCISI




      
    Afganistan doğumlu Amerika’lı yazar Khaled Hosseini tarafından yazılan Uçurtma Avcısı 2003 yılında okuyucusuyla buluşmuş ve David Benioff tarafından senaryolaştırılarak, Marc Forster  tarafından çekilen filmi de 2007 yılında gösterime girmiştir.

Geçen mayıs ayında tesadüfen tanıştım Uçurtma Avcısıyla. Bir arkadaşım, kitabı başka bir arkadaşıma teslim edeyim diye vermişti. Kitaba şöyle bir baktım. Güzel bir ismi ve güzel bir kapağı vardı. Ama yine de gözüme biraz kalın gözüktü. Sahibine teslim edecektim bir türlü olmadı. Kitap bir yaz boyunca kitaplığımda bekledi. Sonunda her şeyden sıkılıp elimi eteğimi çekeyim dediğim anda gözüme ilişti. O sıralar saçma sapan birçok şey için deli gibi vakit harcıyordum. Elimde kocaman bir hiçle kitabın kapağını açmış bulundum. Kitaplarla aram pek iyi değildir aslında. Ama okuduklarım beni öylesine etkilemişti ki. Kitabı elimden bir türlü bırakamadım. Bir yandan da çok yağmurlu bir günde silecekleri çalıştırmak gibi yaşaran gözlerimi siliyordum okumaya devem edebilmek için. Okudukça ağlıyordum. Hayatımızın en büyük klişesidir ya ne kadar şikâyetçi olsan bile daha kötüsünü iliklerine kadar hissedince çaktırmadan derin bir oh çekersin.
Kitabın konusuna gelince kitap Kabil’de yaşayan 2 küçük çocuğun Emir’le Hasan’ın hikâyesini anlatıyor. Bu çocukların arasındaki bağı anlatabilmenin en iyi yolu kitaptaki bir cümleyi aktarmak sanırım. Emir’in ilk sözü “Baba”, Hasan’ın ilk sözü ise “Emir Ağa” olmuş.  Emir zengin, güçlü, otoriter, Kabil çevresinde saygı duyulan bir babanın oğlu. Hasan ise Baba’nın sadık yardımcısı ve Kabil çevresinde dışlanan etnik azınlık olan Hazara’lara mensup Ali’nin. Tadı kaçmasın diye hikâyeyi tam olarak anlatmayacağım. Henüz Afganistan işgale uğramadığı zamanlarda uçurtma yarışmaları düzenlenir ve en çok uçurtmayı kesen yarışı kazanırdı. İşgalden evvelki son uçurtma yarışıdır. Emir Baba’nın gözüne girmek zorundadır. Yarışan Emir’e Hasan kazanabilmesi için tüm desteği vermektedir.
Hasan,  Emir Ağa’ya “senin için bin tane olsa yakalarım” der. Uçurtmayı Emir için yakalamaya koşarken. Bu koşuş Emir için ömrü boyunca utancını taşıyacağı kötü bir olayla sonuçlanır. Emir Hasan’ın başına gelen kötü bir olaya tanık olur fakat hiçbir şey yapmaz. O günden sonra hiçbir şey aynı olmayacaktır. Hasan ve sadık kul Ali evden ayrılırlar. Kısa süre içinde ülke işgale uğrar ve bir gecede Emir ve Baba evden apar topar ayrılıp, önce Pakistan’a oradan da Amerika’ya giderler. Uzun yıllar Hasan’dan haber alamazlar. Emir Afganistan’dan tanıdıkları bir generalin kızıyla evlenir. Çocukluğundaki hayaline kavuşur ve yazar olur. Yıllar sonra Pakistan’dan Baba’nın sağ kolu Rahim Han’dan gelen telefon onu geçmişiyle, Hasan’la yüzleşmek zorunda bırakır. Emir önce Pakistan’a gider hayatı hakkındaki korkunç gerçeği öğrenir. Hasan ve karısı Taliban tarafından öldürülmüştür. En azından Hasan için yapabileceği son iyiliği yapmak için Afganistan’a gider .
Zordur uzun uzadıya yazılmış bir kitabı 120- 130 dk.lık bir filmde anlatıp aynı hazzı verebilmek. Doğru kısımları çıkarmak. Duygu akışını bozmamak. Hem izleyen hem de senaryo yazma denemeleri olmuş yeni mezun bir sinemacı olarak söylüyorum bunu. Diğer taraftan  okuduğunuz ve beğendiğiniz bir kitabın filmini yüksek bir beklentiyle ve merakla izlemeye başlayıp, film bitince yaşanılan hayal kırıklığı ve sinir harbi de kötüdür bilirim.
Bana da tıpkı böyle oldu işte. Kotasız internete M.S. 2012 Şubat’ında geçebilmenin şerefine film izlemeye karar verdik sevdiğim bir arkadaşımla. İkimiz de Uçurtma Avcısı’nı okumuş ve beğenmiştik. Küçük bir araştırmadan sonra Uçurtma Avcısı’nda karar kılıp filmi açtık.
Güzel başladı film. Kitaptan en sevdiğim cümlelerle. Sonrası ise tam bir hayal kırıklığı oldu. Bir de uyarım var. Siz siz olun dublajlı izlemeyin bu filmi. Hatta hiçbir filmi. Diğer ülkeleri bilemem ama Türkiye’de karaktere uygun ses seçimi çoğu zaman mümkün olamıyor. Halbuki ses duygunun izleyene geçmesinde çok önemli bir etkendir. Filme dönersek filmde karakter seçimleri en azından ana karakterlerin seçimleri fena değildi. Diyaloglar ise maalesef bir başka hayal kırıklığıydı. Büyük ihtimalle çevirinin de bundaki etkisi büyük. Duygusuz ve öylesine yapılmış gibiydi diyalogların çoğu. En acıklı yerine gelmişti. Aslında kitabı okuyan insanlar olarak ağlamaya da hazırdık. Fakat o da ne? Duygu yoğunluğu sıfırdı. Savaş zamanında geçiyor olay. Üstelik küçük bir çocuğun(Emir) kendisi için ne kadar değerli olduğunu bilmeden hayatını kararttığı bir başka çocuk (Hasan) onun yüzünden ölüyor da ömür boyu ödense bitmeyecek bir bedel söz konusu oluyor. Çok sancılı bir süreç anlatılıyor. Üstelik bunu yaşayan bir çocuğun gözünden.  Ama bizde hissiyat sıfır. Bunun üzerine arkadaşımla da konuştuk. O da aynı fikirdeydi. Müzik dedik. Müzik kullanımı korkunç derece kötüydü. Halbuki biz alışık değildik böyle filmlere. Bizim filmlerimizde, dizilerimizde bir müzik girer birden feleğini şaşırırsın. Hatta bazen sırf müzikten bile ağlarsın o derece. Filmde dikkati çeken bir unsur daha vardı. Kitaptaki tasvirler öylesine mükemmeldi ki gözünüzde canlanan her şey yerli yerine oturuyor hiçbir boşluk kalmıyordu. Filmi izlerken ise uzun uzun tasvir edilen ve hayalinizde yaşattığınız Kabil hiç de görmekten zevk almayacağınız bir yer oluyor. Sıradan bir yer. Filmdeki olaylar bir görevi tamamlamak için ya da konu anlaşılsın diye uğraşılmış gibi ardı ardına hızlı hızlı geçiveriyor.
 Evet bir hayal kırıklığıydı bu film. Filmin tek beğendiğim yanı kamera kullanımıydı sanırım. İnsanın gözüne gözüne sokulan kamera hareketleri çok hoşuma gitmiyor. Kurguyu, ne kadar az hissedersem o kadar mutlu oluyorum. Filmin tekniğiyle ilgili çok konuşmayacağım. Işık, renk kullanımı rahatsız etmeyecek kadar iyiydi. Son olarak uçurtma şenliklerindeki kamera kullanımı çok hareketli olmasına rağmen uçurtmaların havada süzülüşü öylesine güzel çekilmişti ki küçükken elime hiç uçurtma almamanın hüznünü bile yaşadım.
Her ne kadar kitaptan aldığım zevki filmden alamasam da izlenmeye değer olduğunu düşünüyorum. En azından kitabın mükemmelliğine hayran oluyorsunuz bir kez daha.



1 yorum:

  1. Hepsine katılıyorum yazdıklarınızın. Uçurtma Avcısı okuduğum en muhteşem kitaptı diyebilirim. Filmin ise aceleye gelmiş gibi bir hali vardı sanki. Filmdeki eksiklerden biri bana göre Emir'in iç dünyasıydı. Kitapta; her durumun, her görüntünün, hatta kimi kokuların ona hissettirdikleri, hatırlattıkları tek tek anlatılmaktaydı oysa. Filmde, kitaptaki kimi küçük hikayeler de yoktu. Keşke onlara kıymamış olsalardı. Ve unutulmayacak bir müzik olmalıydı filmde. Mesela ben kitabı İran asıllı müzisyen Farid Farjad'ın kemanı eşliğinde okumuştum ve aynı müzikleri her dinlediğimde hala karlar altındaki Kabil canlanıyor gözümde.

    YanıtlaSil