Black Swan’ı izlediğimde
öylesine etkilenmiştim ki eğer bir blogum olsaydı o zamanlar herhalde hakkında
sayfalarca yazardım. Çok beğendiğim filmlerden biri olmasına rağmen hakkında
yazmakta biraz tereddüt ettim. Mükemmeli anlatmak vasat bulduğun bir filmi
eleştirmekten daha zor geldi.
Darren Aronofsky, Andres Heinz,
Mark Heyman, John Mclaughlin’in
seanaristliğini yaptığı ve Darren
Aranofsky’ın yönetmenliğini yaptığı Black Swan geçtiğimiz yıl 83. Oscar Töreni’nde
Natalie Portman’a En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandırmıştı. Filmin türü ise psikolojik
gerilim, dram.
Kısaca konusundan
bahsedersek Nina (Natalie Portman) tıpkı annesi gibi balerindir. Annesi hayatta
yarım kalmış hayallerini tamamlayamamış ve başarısız olmuş bir balerindir. Nina’nın
tüm hayatına müdahele eden annesi onun başarısını da kıskanmaktadır. O yıl Nina’nın
hocalarından Leroy (Vincent Cassel), Kuğu Gölü Balesi’ni tekrar sergileyeceğini
ve Siyah Kuğu için yeni bir balerin seçeceğini açıklar. Nina başarılı bir
balerin olmasına karşın sadece beyaz kuğunun duygularını verebilmektedir. Bu
nedenle role seçilmez. Leroy’un odasına Siyah Kuğu olmak için ricaya giden Nina,
Leroy’dan beklemediği bir karşılık görür. Leroy Nina’yı öper. Durumdan rahatsız
olan Nina Leroy’un dudağını ısırır ve odayı terk eder. Leroy ise Nina’nın
içindeki siyah kuğuyu görmüştür ve onu yeni siyah kuğu yapar. Nina çok mutlu
olur ama bütün mücadele de bu noktada
başlar. Tutkularını, hırslarını kontrol edememeye başlayan Nina rolü
kaptıracağı korkusuyla kendiyle ve etrafıyla girdiği mücadele sonucunda tam da bir
Siyah Kuğu’ya dönüşür.
Geçen yılki Oscar Töreni’nden
sonra filmi izleyenler her gün artıyordu. Yorumlar ve yorumlar. Filmin müstehcen sahneleri olduğu konuşuluyordu. Tabi
müstehcenlik öznel bir durum herkesin düşünce ve inanç sistemine göre
değişiklik gösteriyor. Yine de bu filmin şuan sürekli yayınlanan dizi
filmlerden daha açık bir yanını göremedim. Zaten buna gelene kadar filmin
konuşulması gereken bir sürü yanı var.
Öncelikle izlediğimde
tek bir bütün görebildiğim nadir filmlerden Black Swan. İnsan doğasındaki dürtüler kıskançlık, tutku, sahiplenme, hırs,
kontrol etme arzusu bu kadar mı mükemmel işlenir. Portman’ın oyunculuğu zaten mükemmel
ve bunun için benim onayıma çok da gerek
yok Oscar’ı aldı sonuçta değil mi… Filmin başından hemen hemen sonlarına kadar acıklı,
korkak, hüzünlü bir yüz edasına sahip olan Nina’nın filmin sonunda siyah kuğuyu
sahnede canlandırırkenki o yüz haline hayran kaldım. Filmin tamamında çok fazla
yakın plan söz konusuydu. Buna rağmen Portman’ın mimikleri mükemmeldi. Çok
etkileyiciydi.
Filmde aslında iç içe geçmiş
çok fazla duygu vardı. Bunlardan biri de
kontrol duygusu. Nina hükmedilmeye alışmış ve fazla korunaklı büyümüş
bir çocuk. Her hareketi annesi tarafından kontrol ediliyor. Sonra siyah kuğu
olmak için çıktığı yolda Leroy’un kontrolüne bırakıyor kendini. Çünkü kontrolü
nasıl ele alacağını bilmiyor. Ama rolünü almak isteyenler, sahne arkası
çekişmeler içinde bulunduğu durum kafasında şizofrene yakın bir dünya kurmasına
neden oluyor ki gördüğü hayaller ve gerçekler arasında bocalarken kontrolü ele
geçiriyor. Tabi buradaki kusursuz bir kontrol değil hastalıklı bir duygu
dünyası söz konusu. Nina’nın kendine sürekli zarar vermesi de bunu gösteriyor. Hayalle
gerçeğin iç içe verildiği sahneler öylesine güzel kurgulanmış ki zaman zaman
gerçekle hayali siz bile ayırt edemiyorsunuz.
Bir başkaldırı bir isyan anlatılıyor. Nina’nın
küçük bir kız çocuğundan saf, temiz bir beyaz kuğudan tutkulu bir siyah kuğuya
dönüşümü anlatılıyor da diyebiliriz. Kuğu Gölü Balesi’nin müziklerinin eşlik ettiği
film her şeyiyle mükemmel olmuş.
Requem For A Dream’den de hatırlayacağımız
Darren Aronofsky’in psikolojik filmler çekmekteki başarısı da takdire şayan.
Film gösterime gireli
yaklaşık bir yıl oldu. Hala izlemeyen var mıdır bilemiyorum. Ama herkes izlemeli
izlemeyen kalmamalı diyorum.